19 Ekim 2017 Perşembe

The Young Pope


     Merhaba! Bugün sizlere son zamanlarda izlediğim ve çok sevdiğim bir diziden bahsedeceğim.

     Dizimiz The Young Pope. 2016 yapımı, Paolo Sorrentino yönetmenliğinde çekilen 10 bölümlük bir dizi. Bölümler ortalama 50 dk. Türkiye’de Blu TV’de yayınlandı ama dizi izleme sitelerinde de bölümleri bulabilirsiniz. Şu an sadece 1 sezon ama devam edip etmeyeceği net değil. İlk başlarda büyük etki uyandırdığı için devam edeceği söylenmiş fakat kesin bir şey yok gördüğüm kadarıyla. Devam edecek olsa da Jude Law olmayacakmış yeni sezonda.




     Konusundan kısaca bahsetmek gerekirse; Vatican’da alışık olduğumuzun dışında 47 yaşında Amerikalı genç bir Papa seçiliyor ve onun karakteri, seçimleri, verdiği ilginç kararlar üzerinden şekillenen bir yönetim görüyoruz. Burada aslında genç Papa’nın çocukluktan gelen durumları, eksik kalmışlıkları ve belki de yaşadığı dramı görüyoruz. Kimi sahnelerde yaptıklarına anlam veremezken karakterin derinine inince her şey anlaşılır hale geliyor. Papa’nın çevresindeki kardinaller de ilk başta onu sevmez, ona karşı çıkarken, hatta onu farklı yollara sürüklemeye çalışırken sonradan karakteri anlamaya başlayınca onunla kurdukları yakınlık çok etkileyici şekilde bizlere sunuluyor. Papalık’a karşı olan tüm algıları yıkan modern, günümüze uyarlanmış bir Papa göreceksiniz dizide. (Diziden bir fragman için tık tık)




     İlk 4-5 bölüm oldukça hareketli geçiyor, sonlara doğru tempo biraz düşüyor fakat yine de finali heyecanla bekliyorsunuz.Kimi zaman kahkahalar attıran kimi zaman da ağlatan sahneleri var. Oldukça dinamik bir dizi bu anlamda.Genelde diyaloglar üzerinden ilerliyor. Ama öyle diyaloglar var ki şaşırıp kalıyorsunuz. Ve kesinlikle kültürünüze katkısı olacak. Katolikliği, Papalık kurumunu,Vatican’ı, oradaki sanat eserlerini anlamak için bile izleyiniz.

     Benim asıl değinmek istediğim ise oyunculuklar.Genç Papa rolünü en iyi kim oynar deseniz gerçekten Jude Law’dan başkası olmazmış zaten. Çok filmini izlemedim ama izlediklerim arasında kesinlikle en iyi performansını bu dizide sergilemiş. Karakterin içine girmek, onu yaşamak böyle bir şey sanırım. Muhteşem oyunculuk. Genç bir Papa nasıl olur, onun zaafları nelerdir, gündelik hayatını nasıl yaşar, bir Papa kendini halkından gizler mi, Papa olunca bile inanç şüpheye düşer mi?  Hepsini öyle güzel sunuyor ki bize. Hayran hayran izledim kendisini.




     En az onun kadar iyi bir oyunculuk da Silvio Orlando tarafından sergilenmiş. İtalyan aksanı, rolü gerçekmiş gibi yansıtması öyle güzeldi ki. Bazen nefret ediyorsunuz Cardinal Voiello rolünden bazen de öyle seviyorsunuz ki. Bu iki duyguyu verebilmek büyük başarı kesinlikle. Bir de kendisinin Napoli sevdasının dizide öylesine eğlenceli biçimde anlatılması çok hoş bir ayrıntı. Papa ile olan diyalogları da izlemeye değer.




     Dizideki tanıdık bir başka sima da Sister Mary rolü ile karşımıza çıkan Diane Keaton. Bu rol ile ilgili düşündüğüm tek şey gençlik halini çok sevdiğim ama yaşlanıp Papa’nın yanına geldiği zamanki halini de hiç sevmediğim.




     Rolünün hakkını verdiğini düşündüğüm diğer isim de İspanyol oyuncu Javier Camara. Bir Kardinal’i oynayan bu oyuncunun da performansından çok etkilendim. Özellikle Papa’nın görevlendirmesi ile gittiği yerdeki hali çok iyiydi.Oyunculuklar genel olarak harika. Önce çıkan bu 3 isim var benim için. Ama diğerlerinin de hakkını yiyemem, bir bütün olarak hepsini çok sevdim. Başarılı bir casting olmuş. 




     Gelelim benim açımdan en can alıcı yere, Vatican’a! Evet diziye başlama sebebim Roma’da geçmesiydi. Roma sevdamı bilen bilir, işin içine bir de Vatican girince dizi beni benden aldı. Sistine Şapeli’ndeki sahneler, tavandaki resimler,Aziz Petrus Meydanı, Pieta heykeli. Hepsi gösterilmiş. Bahçe sahneleri dışındaki sahneler tabii ki Vatican’da ya da Sistine Şapeli’nde çekilmemiş, özel bir stüdyoda çekilmiş. (Bahçe sahneleri Bagnaia, Viterbo’da çekilmiş.) Ama sanki gerçekten orada çekilmiş de siz de onlarla birlikte orada yürüyormuş, resimlere heykellere bakıyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Çekim kalitesi, görsel efektler muazzam. Sinematografi muazzam. Öyle sahneler, öyle çekimler var ki inanılmaz. Sanırım dizinin en sevdiğim yanlarından biri buydu. İzlerken beni en çok bunun çektiğini farkettim.




     Dizi aynı zamanda en pahalı İtalyan televizyon yapımı olarak tarihe geçmiş. İnşa edilen yapılar, kıyafetler, çekimler düşünülünce çok da şaşırtmıyor açıkçası. Kıyafet demişken onlar da öyle başarılı ki. Vatican’daki gerçek kıyafetlere dayanılarak yapılmış hepsi. Özellikle Papa XIII. Pius’un giydikleri.

     Son olarak bir de dizinin müziklerinden ve giriş kısmından bahsetmek istiyorum. Dizinin soundtracki olsun, sahnelerdeki müzikler olsun hepsi çok düşünülerek seçilmiş ve ortama, verilmek istenen mesaja da çok uymuş. Klasik tarzda kilise müzikleri de var, Beyonce’den Halo, LMFAO’dan Sexy and I Know It de var :) Spotify’dan da playlist halinde dizinin müziklerini dinleyebilirsiniz.  Dizinin introsu işe şu. Müzik ayrı görüntüler ayrı güzel. Genç Papa’mız Jude Law 10 tane tablonun önünde geçiyor ve en sonunda oldukça cool bir şekilde bize göz kırpıyor :) 




     O tablolar tabii ki boşuna orada değiller, hepsinin bir anlamı var. Tabloların isimleri şöyle:

1. Gerard van Honthorst, The Adoration of the Shepherds
2. Pietro Perugino, Delivery of the Keys
3. Caravaggio, Conversion on the Way to Damascus
4. The Council of Nicaea
5.Francisco Hayez, Peter the Hermit riding a white mule with a crucifix in his hand and circulating through the cities and villages preaching the Crusade
6.Gentile da Fabriano, St. Francis Receiving Stigmata
7.Mateo Cerezo, St. Thomas of Villanueva Distributing Alms
8.Domenico Cresti, Michelangelo Presenting the Model for the Completion of St Peter’s to Pope Pius IV
9.François Dubois, The St. Bartholomew’s Day Massacre
10.Maurizio Cattelani, 
The 9th Hour

     En azından birkaçının tanıdık geldiğini düşünüyorum. Bununla ilgili birkaç yazının linkini aşağıya bırakacağım.

     Dizinin hep olumlu taraflarından bahsettim, tabii ki göze çarpan eksiklikler, tutarsızlıklar var fakat o gözle izlemediğiniz zaman dizinin farkına daha çok varacak, vermek istediği mesajı daha net anlayacaksınız.

     Okuduğunuz için teşekkür ederim, umuyorum diziyi izlemeniz adına yararlı bir yazı olmuştur. İzleyenleriniz varsa ya da izleyecek olanlarınız varsa lütfen benimle yorumlarınızı paylaşın. Şimdilik hoşça kalın! 


Tablo açıklamaları için:





27 Mart 2017 Pazartesi

Karıncalar - Bir Savaş Vardı


     Merhaba!  Bugün Dünya Tiyatrolar Günü. Bu vesileyle son zamanlarda izleyip çok etkilendiğim, sizlerin de izlemesini tavsiye ettiğim bir oyundan bahsedeceğim.




     Oyunun adı "Karıncalar - Bir Savaş Vardı". Şehir Tiyatroları'nda sergilenen bir oyun. Oyunun en can alıcını kısmını söylüyorum. Tek bir oyuncu var ve o da Mert Turak. Uzun zaman sonra Mert Turak'ın Şehir Tiyatroları'na böylesi bir oyunla dönmüş olması nasıl mutlu etti bilemezsiniz. Tek oyuncu var ama oyunda aslında birden fazla karakter var. Ve hepsini en üst seviyede tek başına canlandırıyor Mert Turak. Oyunun teknik kısmından devam edeyim. Hikayenin yazarı Boris Vian ile John Steinbeck. Çevirenler Işıl Yüce ile Ülkü Tamer. Oyunlaştıran ise Gökhan Aktemur. 80 dakikalık tek perde bir oyun. Konusu da kısaca şöyle: "Bir asker, nedenini bilmediği ve hiçbir şeyini anlayamadığı savaşta firar eder. Özgürlüğe koşup sevgilisine kavuşacağını sanırken ayağı bir mayına kilitlenir. İşgal için gittiği topraklarda kendine esir olan asker, hayatta kalabilmek için, topuğunu mayından ayırmamak zorundadır." 


                                                     

     Oyunun başları sizi tam çekmeyebilir. Asıl heyecanlı kısımlar savaş anını anlatması ile başlıyor. Ses efektleri, ışık ve oyuncumuzun ordan oraya koşturması hatta suyun içine girip çıkması ile tamamıyla oyunun içine giriyorsunuz. Burada belirtmem gereken asıl nokta işte oyunculuk performansı. Mert Turak’ı ne kadar  tanıyorsunuz, izlediniz mi bilmiyorum ama ben Kabare’den beri takip ediyorum ve bu oyun için de çok heyecanlanmıştım. Beklentilerimi kesinlikle boşa çıkarmadı. Birden fazla karakteri aynı anda canlandırmak, rolden role girmek. Öyle güzel yansıttı ki bizlere. Özellikle arkadaşının esir alındığı bir sahne var ki, sanırım oyunun en güzel sahnesiydi. Sonu da oldukça şaşırtıcı bitiyor aslında. Ve mayına bastığı andan sonra gelişen olaylar, ayağını bir an hareket ettirmemesi de ayakta alkışlanmalı. Gerçekten öyle güzel oynuyor ki o anı, savaş ortamını, tüm o görüntüleri zihninizde canlandırabiliyorsunuz. Oyun metni çok can acıtıcı aslında. Savaş ortamında bir askerin yaşadıkları, yaşayabilecekleri, hissettikleri. Belki askere gitmiş olanlar için daha etkileyici olacaktır. 



     Benim oyunla ilgili kısaca görüşlerim böyle. Sadece dekor daha iyi olabilirdi. Onun dışında teknik konularla ilgili hiçbir sıkıntı yok. Oyunculuk zaten dediğim gibi üst düzey. Hazır daha sezon kapanmamışken kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Oyun 5-8 Nisan tarihleri arasında  Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde, 20-22 Nisan tarihleri arasında ise Gaziosmanpaşa sahnesinde olacak. Biletleri gişeden ya da https://bilet.ibb.gov.tr adresinden satın olabilirsiniz. Nisan oyun düzenini de buraya ekliyorum. Belki diğer oyunlara da göz atmak istersiniz. Şimdiden gidecek olanlara iyi seyirler diliyorum.


"Herkes bir şey öldürüyordu, ben seni yaşatmaya çalışıyordum."