19 Ekim 2017 Perşembe

The Young Pope


     Merhaba! Bugün sizlere son zamanlarda izlediğim ve çok sevdiğim bir diziden bahsedeceğim.

     Dizimiz The Young Pope. 2016 yapımı, Paolo Sorrentino yönetmenliğinde çekilen 10 bölümlük bir dizi. Bölümler ortalama 50 dk. Türkiye’de Blu TV’de yayınlandı ama dizi izleme sitelerinde de bölümleri bulabilirsiniz. Şu an sadece 1 sezon ama devam edip etmeyeceği net değil. İlk başlarda büyük etki uyandırdığı için devam edeceği söylenmiş fakat kesin bir şey yok gördüğüm kadarıyla. Devam edecek olsa da Jude Law olmayacakmış yeni sezonda.




     Konusundan kısaca bahsetmek gerekirse; Vatican’da alışık olduğumuzun dışında 47 yaşında Amerikalı genç bir Papa seçiliyor ve onun karakteri, seçimleri, verdiği ilginç kararlar üzerinden şekillenen bir yönetim görüyoruz. Burada aslında genç Papa’nın çocukluktan gelen durumları, eksik kalmışlıkları ve belki de yaşadığı dramı görüyoruz. Kimi sahnelerde yaptıklarına anlam veremezken karakterin derinine inince her şey anlaşılır hale geliyor. Papa’nın çevresindeki kardinaller de ilk başta onu sevmez, ona karşı çıkarken, hatta onu farklı yollara sürüklemeye çalışırken sonradan karakteri anlamaya başlayınca onunla kurdukları yakınlık çok etkileyici şekilde bizlere sunuluyor. Papalık’a karşı olan tüm algıları yıkan modern, günümüze uyarlanmış bir Papa göreceksiniz dizide. (Diziden bir fragman için tık tık)




     İlk 4-5 bölüm oldukça hareketli geçiyor, sonlara doğru tempo biraz düşüyor fakat yine de finali heyecanla bekliyorsunuz.Kimi zaman kahkahalar attıran kimi zaman da ağlatan sahneleri var. Oldukça dinamik bir dizi bu anlamda.Genelde diyaloglar üzerinden ilerliyor. Ama öyle diyaloglar var ki şaşırıp kalıyorsunuz. Ve kesinlikle kültürünüze katkısı olacak. Katolikliği, Papalık kurumunu,Vatican’ı, oradaki sanat eserlerini anlamak için bile izleyiniz.

     Benim asıl değinmek istediğim ise oyunculuklar.Genç Papa rolünü en iyi kim oynar deseniz gerçekten Jude Law’dan başkası olmazmış zaten. Çok filmini izlemedim ama izlediklerim arasında kesinlikle en iyi performansını bu dizide sergilemiş. Karakterin içine girmek, onu yaşamak böyle bir şey sanırım. Muhteşem oyunculuk. Genç bir Papa nasıl olur, onun zaafları nelerdir, gündelik hayatını nasıl yaşar, bir Papa kendini halkından gizler mi, Papa olunca bile inanç şüpheye düşer mi?  Hepsini öyle güzel sunuyor ki bize. Hayran hayran izledim kendisini.




     En az onun kadar iyi bir oyunculuk da Silvio Orlando tarafından sergilenmiş. İtalyan aksanı, rolü gerçekmiş gibi yansıtması öyle güzeldi ki. Bazen nefret ediyorsunuz Cardinal Voiello rolünden bazen de öyle seviyorsunuz ki. Bu iki duyguyu verebilmek büyük başarı kesinlikle. Bir de kendisinin Napoli sevdasının dizide öylesine eğlenceli biçimde anlatılması çok hoş bir ayrıntı. Papa ile olan diyalogları da izlemeye değer.




     Dizideki tanıdık bir başka sima da Sister Mary rolü ile karşımıza çıkan Diane Keaton. Bu rol ile ilgili düşündüğüm tek şey gençlik halini çok sevdiğim ama yaşlanıp Papa’nın yanına geldiği zamanki halini de hiç sevmediğim.




     Rolünün hakkını verdiğini düşündüğüm diğer isim de İspanyol oyuncu Javier Camara. Bir Kardinal’i oynayan bu oyuncunun da performansından çok etkilendim. Özellikle Papa’nın görevlendirmesi ile gittiği yerdeki hali çok iyiydi.Oyunculuklar genel olarak harika. Önce çıkan bu 3 isim var benim için. Ama diğerlerinin de hakkını yiyemem, bir bütün olarak hepsini çok sevdim. Başarılı bir casting olmuş. 




     Gelelim benim açımdan en can alıcı yere, Vatican’a! Evet diziye başlama sebebim Roma’da geçmesiydi. Roma sevdamı bilen bilir, işin içine bir de Vatican girince dizi beni benden aldı. Sistine Şapeli’ndeki sahneler, tavandaki resimler,Aziz Petrus Meydanı, Pieta heykeli. Hepsi gösterilmiş. Bahçe sahneleri dışındaki sahneler tabii ki Vatican’da ya da Sistine Şapeli’nde çekilmemiş, özel bir stüdyoda çekilmiş. (Bahçe sahneleri Bagnaia, Viterbo’da çekilmiş.) Ama sanki gerçekten orada çekilmiş de siz de onlarla birlikte orada yürüyormuş, resimlere heykellere bakıyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Çekim kalitesi, görsel efektler muazzam. Sinematografi muazzam. Öyle sahneler, öyle çekimler var ki inanılmaz. Sanırım dizinin en sevdiğim yanlarından biri buydu. İzlerken beni en çok bunun çektiğini farkettim.




     Dizi aynı zamanda en pahalı İtalyan televizyon yapımı olarak tarihe geçmiş. İnşa edilen yapılar, kıyafetler, çekimler düşünülünce çok da şaşırtmıyor açıkçası. Kıyafet demişken onlar da öyle başarılı ki. Vatican’daki gerçek kıyafetlere dayanılarak yapılmış hepsi. Özellikle Papa XIII. Pius’un giydikleri.

     Son olarak bir de dizinin müziklerinden ve giriş kısmından bahsetmek istiyorum. Dizinin soundtracki olsun, sahnelerdeki müzikler olsun hepsi çok düşünülerek seçilmiş ve ortama, verilmek istenen mesaja da çok uymuş. Klasik tarzda kilise müzikleri de var, Beyonce’den Halo, LMFAO’dan Sexy and I Know It de var :) Spotify’dan da playlist halinde dizinin müziklerini dinleyebilirsiniz.  Dizinin introsu işe şu. Müzik ayrı görüntüler ayrı güzel. Genç Papa’mız Jude Law 10 tane tablonun önünde geçiyor ve en sonunda oldukça cool bir şekilde bize göz kırpıyor :) 




     O tablolar tabii ki boşuna orada değiller, hepsinin bir anlamı var. Tabloların isimleri şöyle:

1. Gerard van Honthorst, The Adoration of the Shepherds
2. Pietro Perugino, Delivery of the Keys
3. Caravaggio, Conversion on the Way to Damascus
4. The Council of Nicaea
5.Francisco Hayez, Peter the Hermit riding a white mule with a crucifix in his hand and circulating through the cities and villages preaching the Crusade
6.Gentile da Fabriano, St. Francis Receiving Stigmata
7.Mateo Cerezo, St. Thomas of Villanueva Distributing Alms
8.Domenico Cresti, Michelangelo Presenting the Model for the Completion of St Peter’s to Pope Pius IV
9.François Dubois, The St. Bartholomew’s Day Massacre
10.Maurizio Cattelani, 
The 9th Hour

     En azından birkaçının tanıdık geldiğini düşünüyorum. Bununla ilgili birkaç yazının linkini aşağıya bırakacağım.

     Dizinin hep olumlu taraflarından bahsettim, tabii ki göze çarpan eksiklikler, tutarsızlıklar var fakat o gözle izlemediğiniz zaman dizinin farkına daha çok varacak, vermek istediği mesajı daha net anlayacaksınız.

     Okuduğunuz için teşekkür ederim, umuyorum diziyi izlemeniz adına yararlı bir yazı olmuştur. İzleyenleriniz varsa ya da izleyecek olanlarınız varsa lütfen benimle yorumlarınızı paylaşın. Şimdilik hoşça kalın! 


Tablo açıklamaları için:





27 Mart 2017 Pazartesi

Karıncalar - Bir Savaş Vardı


     Merhaba!  Bugün Dünya Tiyatrolar Günü. Bu vesileyle son zamanlarda izleyip çok etkilendiğim, sizlerin de izlemesini tavsiye ettiğim bir oyundan bahsedeceğim.




     Oyunun adı "Karıncalar - Bir Savaş Vardı". Şehir Tiyatroları'nda sergilenen bir oyun. Oyunun en can alıcını kısmını söylüyorum. Tek bir oyuncu var ve o da Mert Turak. Uzun zaman sonra Mert Turak'ın Şehir Tiyatroları'na böylesi bir oyunla dönmüş olması nasıl mutlu etti bilemezsiniz. Tek oyuncu var ama oyunda aslında birden fazla karakter var. Ve hepsini en üst seviyede tek başına canlandırıyor Mert Turak. Oyunun teknik kısmından devam edeyim. Hikayenin yazarı Boris Vian ile John Steinbeck. Çevirenler Işıl Yüce ile Ülkü Tamer. Oyunlaştıran ise Gökhan Aktemur. 80 dakikalık tek perde bir oyun. Konusu da kısaca şöyle: "Bir asker, nedenini bilmediği ve hiçbir şeyini anlayamadığı savaşta firar eder. Özgürlüğe koşup sevgilisine kavuşacağını sanırken ayağı bir mayına kilitlenir. İşgal için gittiği topraklarda kendine esir olan asker, hayatta kalabilmek için, topuğunu mayından ayırmamak zorundadır." 


                                                     

     Oyunun başları sizi tam çekmeyebilir. Asıl heyecanlı kısımlar savaş anını anlatması ile başlıyor. Ses efektleri, ışık ve oyuncumuzun ordan oraya koşturması hatta suyun içine girip çıkması ile tamamıyla oyunun içine giriyorsunuz. Burada belirtmem gereken asıl nokta işte oyunculuk performansı. Mert Turak’ı ne kadar  tanıyorsunuz, izlediniz mi bilmiyorum ama ben Kabare’den beri takip ediyorum ve bu oyun için de çok heyecanlanmıştım. Beklentilerimi kesinlikle boşa çıkarmadı. Birden fazla karakteri aynı anda canlandırmak, rolden role girmek. Öyle güzel yansıttı ki bizlere. Özellikle arkadaşının esir alındığı bir sahne var ki, sanırım oyunun en güzel sahnesiydi. Sonu da oldukça şaşırtıcı bitiyor aslında. Ve mayına bastığı andan sonra gelişen olaylar, ayağını bir an hareket ettirmemesi de ayakta alkışlanmalı. Gerçekten öyle güzel oynuyor ki o anı, savaş ortamını, tüm o görüntüleri zihninizde canlandırabiliyorsunuz. Oyun metni çok can acıtıcı aslında. Savaş ortamında bir askerin yaşadıkları, yaşayabilecekleri, hissettikleri. Belki askere gitmiş olanlar için daha etkileyici olacaktır. 



     Benim oyunla ilgili kısaca görüşlerim böyle. Sadece dekor daha iyi olabilirdi. Onun dışında teknik konularla ilgili hiçbir sıkıntı yok. Oyunculuk zaten dediğim gibi üst düzey. Hazır daha sezon kapanmamışken kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Oyun 5-8 Nisan tarihleri arasında  Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde, 20-22 Nisan tarihleri arasında ise Gaziosmanpaşa sahnesinde olacak. Biletleri gişeden ya da https://bilet.ibb.gov.tr adresinden satın olabilirsiniz. Nisan oyun düzenini de buraya ekliyorum. Belki diğer oyunlara da göz atmak istersiniz. Şimdiden gidecek olanlara iyi seyirler diliyorum.


"Herkes bir şey öldürüyordu, ben seni yaşatmaya çalışıyordum."


28 Ağustos 2016 Pazar

Atina Okulu


     Merhaba! Bu yazıda uzun zamandır aklımda olan fakat yazarken bile heyecanlandığım, nereden başlayıp anlatacağımı bilemediğim ama sonunda yazma cesareti bulduğum bir eserden bahsedeceğim. Bilmeyenler için söyleyeyim ben üniversitede hem Felsefe hem de Sanat Tarihi okudum. Resmin içeriğini anlatınca anlayacağınız üzere resim benim okuduğum iki bölümle de ilgili olduğu için yeri bende her zaman çok ayrı olmuştur. Odamın duvarlarından tutun telefonumun ekran resmine kadar hayatımın her yerinde bu resim var. Yine pedagojik formasyon eğitimimde hep bu resmi baz alarak sunumlar hazırlamıştım. Yani anlayacağınız üzere bu eser benimle özdeşleşti adeta.

 Atina Okulu


     O zaman eserin tarihçesiyle başlayalım. Eserimizin adı Atina Okulu (The School of Athens) 1509-1511 yılları arasında Yüksek Rönesans döneminin üç ressamından biri olan Raffaello di Sanzio tarafından yapılıyor. Bu resim tuval üzerine yapılmış bir tablo değil, bir fresk. Yani yaş sıva üzerine suda çözülmüş boya pigmentleri kullanılarak yapılan duvar resmi. 1508 yılında Raffaello Roma'ya geliyor ve Papa II. Julius tarafından Vatikan'daki odaları resmetmesi isteniyor. İşte bu odalardan biri olan Stanza della Segnatura'da (İmza Odası/Salonu) bulunan resimlerden biri Atina Okulu. Ölçüleri 500x770 cm. Yani oldukça büyük.



Resmin bulunduğu oda Stanza della Segnatura


     Resimde değişik zaman ve mekanlardan birçok figür bulunuyor. Bu figürler felsefe ve astrolojinin uzlaşmasını temsil ediyor bir anlamda. Bilgeler aralarında çeşitli şekillerde tartışırken gösteriliyor. Kemerli bir salonda tam merkezde Antikçağ'ın düşünürleri Platon ve öğrencisi Aristoteles yer alıyor. Duruşları, özellikle el hareketleri onların felsefi görüşlerine uygun olarak resmedilmiş. Platon'un görüşünde hakikat idealar dünyası dediği dünyadadır bu nedenle parmağı ile yukarıyı gösterir. Aristoteles ise hakikatin bu dünyada olduğunu gösterecek şekilde elini düz bir şekilde tutarak yeri gösterir. Platon'un elinde Timaios diyalogu, Aristoteles'in elinde de Ethica (Nikomakhos'a Etik) kitabı bulunur.


Platon -  Aristoteles

     Resimde gerçek kişiler de model olarak kullanılmıştır. Buna göre Platon'un yüzünün aslında Leonardo da Vinci'nin yüzüdür. Aristoteles için ise model olarak mimar-heykeltıraş Giuliano da Sangallo kullanılmıştır.

     Resimdeki bu ana figürlerden sonra gösterilen diğer figürlere gelirsek; resmin sol kısmında müzik ve aritmetik ile ilgilenen, sağ kısmında ise geometri ve astronomi ile ilgilenen figürler yer alır. Ortadaki temel figürlerin iki yanında onları izleyen figürler ise bu iki Antikçağ filozofunun takipçileridir.
     
     Merdivenlerin son basamağında elini masaya dayamış şekilde oturan kişi diğer bir yunan filozofu olan Herakleitos'tur. Raffaello'nun bu figür için model olarak kullandığı kişi ise dönemin diğer ünlü ressamı Michelangelo'dur. Michelangelo da aynı yıllar içerisinde Vatikan'daki Sistine Şapeli'nin tavanını süslemekteydi. Tavanın süslemelerini anlattığım yazım için tık tık
   

Michelangelo'nun modelliğinde Herakleitos

     Platon'un sol tarafında sırtı ona dönük olarak resmedilen yeşil kıyafetli isim Platon'un hocası Socrates'tir. Ona bakan figür ise Grek devlet adamı Aeschines'tir. Bu figürün Xenophon olabileceği de söylenir.

Aeschine ve Socrates

     Merdivenlerin sol tarafında Arap dünyasından tanıdık bir isim görürüz: İbn-i Rüşd. 12. yüzyılda yaşamış olan ve Averroes olarak bilinen felsefeci İbn-i Rüşd aynı zamanda hekim, fıkıhçı ve matematikçiydi. Aristoteles'in eserlerinden yaptığı tercüme ve şerhlerle ünlüdür.

Averroes (İbn-i Rüşd)
  
     İbn-i Rüşd'ün hemen önünde Yunan filozof ve matematikçi Pythagoras (Pisagor) yer alır.  

Pythagoras
   
     Merdiven basamaklarında oturan diğer bir isim Diogenes'tir. Sinop'ta doğmasıyla bize yakın olan Yunan filozof Diyojen fıçıda yaşaması ile de bilinmektedir.

Diogenes
   
     Sağ tarafta eğilmiş şekilde elindeki pergelle tablete daireler çizen figür konusunda net bir şey söylenmemekle birlikte Öklid ya da Archimedes olduğu düşünülür. Modelliğini de mimar Bramante yapmıştır.

Euclid / Archimedes
     
     Sağ tarafta ellerinde küre bulunan iki isimde bize dönük olan figürün Strabo ya da Zoroaster (Zerdüşt), arkası bize dönük olan figürün ise Ptolemy (Batlamyus) olduğu düşünülür. Ellerindeki küreler yine alanlarına bağlı olarak gökyüzü ver yeryüzünü göstermektedir. 

Strabo / Zoroaster - Ptolemy

     Bu muhteşem simetrideki perspektifli yapının duvarlarında Yunan mitolojisinden elinde liri ile güneş tanrısı Apollon (solda) ve bilgelik tanrıçası Athena (sağda) heykelleri bulunur.

Apollon

     Resmimizin kahramanı sevgili ressamımız kendisini resme dahil etmeyi elbette unutmamıştır. En sağda yüzü bize dönük olarak kendisini göstermiştir. Aslında ressam Apelles'i kendi görüntüsünde çizmiştir. Resimde gösteriliş açısından en can alıcı figürlerden biri de bence O'dur.

Raffaello


     Ben resimle ilgili her figürü tek tek anlatmadım. Sadece önemli denebilecek düzeyde dikkat çekici figürleri ele alarak size tanıtmak istedim. Figürlerin tek tek kimleri işaret ettiğini merak ediyorsanız şu linke tıklayıp daha yakından inceleyebilirsiniz.


   




     Son olarak kendimle ilgili bir anektod anlatayım. 2013 yılında Roma'ya gitme fırsatım oldu. O zaman Sanat Tarihi'ne yeni başlamıştım. Hangi eser hangi müzede karıştırıyorum haliyle. Roma'dan önce Floransa ve Paris'te de bir sürü müze gezince eserler karıştı bende. Roma'daki son günümde Vatikan'a gittim. Bu odalardan tek tek geçiyorum, bir anda Atina Okulu'nun bulunduğu odaya geldim. Fakat gerçekten bu eserin burada olduğu tamamen silinmiş aklımdan. Sağdaki soldaki resimlere bakarken arkamı döndüm ve tam karşımda tüm güzelliğiyle Atina Okulu duruyordu. 24 senelik hayatımda şimdiye dek böyle bir heyecanı 2-3 kez yaşamışımdır. Anlatırken ne kadar canlanır kafanızda bilmiyorum ama resme bakarken ellerimin titrediğini ve doğru düzgün fotoğraf çekemediğimi öyle net hatırlıyorum ki. Fotoğrafların arasında en doğru düzgün çıkanı aşağıya ekliyorum. Sanırım onu da bu halimin en yakın şahidi olan arkadaşım çekmişti. "Benim ellerim titriyor sen çeker misin?" dediğimi hatırlıyorum. İşte benim için resmin önemini böyle bir anı ile anlatmak istedim. O kadar müze gezdim, o kadar eser gördüm bunun yeri hep ayrı. Hep de öyle kalacak. Bunu kaç kez dillendirdim bilenler bilir ama Roma'dan döndüğüm günden beri tek hayalim tekrar Roma'ya gitmek. Tekrar Raffaello ile buluşmak. Bu sefer ellerim titremeden fotoğraf çekip dakikalarca duvarın karşısında bu resme bakmak. İçinizden amin dediğinizi duyar gibiyim :)


Vatican - Atina Okulu

     Benim resim ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar. Umuyorum keyifle okumuşsunuzdur. Bir gün sizin de bu muhteşem eserle karşılaşmanız dileğiyle, hoşça kalın! :)



30 Mayıs 2016 Pazartesi

Big Eyes

   
     Merhaba! Bugünkü yazının konusu bir film. Oscar sonrası yeni bir film izlememiştim, sürekli elim eskilere gidiyordu. Yine bir film arayışındayken Big Eyes'a denk geldim. Aslında zaten listemde olan bir filmdi, sadece üst sıralarda değildi. Filmi izledikten sonra ise yine keşke daha önce izleseymişim dedim. 



     Neyse efendim 2014 yapımı filmimiz Tim Burton tarafından yönetiliyor. Başroldeki oyuncular ise Amy Adams ve Christoph Waltz. Film aslında 2012 yılında Reese Witherspoon ve Ryan Reynolds ile çekilmeye başlanmış. Filmin aynı zamanda yapımcısı da olan Tim Burton'ın yönetmen olmasıyla birlikte ise kadro daha sonra bu şekilde değişmiş. Amy tercihi çok daha doğru olmuş bence. Ki Amy bu rolüyle Golden Globe kazandı.

   Filmin konusuna gelince ki beni en cezbeden kısım da bu aslında fakat izlemek isteyenler burayı atlasın, biraz spoiler içerir :)  
   Filmde ressam olarak bilinen Walter Keane'in ve eşi Margaret Keane'in sanat dünyasındaki hayatları anlatılıyor. Ressam olan Margaret eşini terk ettikten sonra San Francisco'ya gelir ve burada Walter Keane ile tanışır. Kısa sürede evlenirler ve Walter, hem kendi resimlerini hem de Margaret'in büyük gözlü çocuk resimlerini satmaya çalışır. Kendi yaptığı resimleri satamazken Margaret'in büyük gözlü çocuk resimleri ilgi çeker. Walter da resimleri satarken aslında kendi yapmış gibi gösterir. İşin asıl can yakıcı yeri de burası. Margaret resimlerini Keane soyadı ile imzalar ve bu işten çok para kazanan, giderek ünlenen Walter'ın baskısı nedeniyle de resimlerin kendisine ait olduğunu kimseye söyleyemez. Kızına bile. Ancak artık bu duruma daha fazla dayanamayan Margaret Keane Hawaii'ye taşınır ve resimlerin kendisine ait olduğunu iddia eder, bu iddiasını mahkemeye taşır. Sonunda da davayı kazanır fakat o mahkeme sürecinde Walter'ın hareketleri filmin komik sahneleriydi. 




          
     Filmin özelliği ise gerçek bir hikayeyi anlatması. Evet gerçekten 1950li yıllarda bu olay yaşanmış ve aslında bir ressam bile olmayan Walter Keane ömrü boyunca o resimlerin kendisine ait olduğunu iddia etmiş. Margaret Keane ise hâlâ yaşıyor ve her gün bir resim yapıyormuş. San Francisco'da galerisi de bulunuyor. 






    Filmde duyduğumuz "Big Eyes" şarkısını Lana Del Rey seslendiriyor. Dinlemek için tık tık.
    Bu da filmin fragmanı.

     Ben filmi izlerken keyif aldım, ilgimi çeken bir konu da olduğu için daha bir keyifle izledim. Fakat tabii ki sanat ile ilgileniyor olmanız gerekmez, herkesin severek izleyebileceği bir film olmuş. Nacizane tavsiyem olsun bu da :)


8 Nisan 2016 Cuma

Socrates'in Ölümü - Jacques-Louis David

     
     Yeniden merhaba! Bu yazımda sizlere çok sevdiğim bir ressam ve onun çok sevdiğim bir resminden bahsedeceğim. Bu resmin anlamı Felsefe ile ilgili olduğu için de ayrı bir sevgim var. Yani hem Sanat Tarihi'ni hem de Felsefe'yi içeren bir resim. Şimdi biraz resim hakkındaki bilgilere bakalım.



The Death of Socrates - Jacques-Louis David (1787 - Metropolitan Museum of Art, NY)

    Resim 1787 yılında Neo-Klasik akıma mensup olan Fransız ressam Jacques-Louis David tarafından yapılıyor. Akım klasiğe dönüşü içeren bir akım ve bu konu da bu akıma uygun bir içerik oluşturuyor aslında. Socrates Antik Yunan filozoflarından, aynı zamanda Platon'un da hocası. O dönemde gençleri yoldan çıkardığı, ahlaklarını bozduğu suçlamaları ile yargılanıyor ve ölüme mahkum ediliyor. Aslında Socrates'in yaptığı halkın doğruya ulaşmasını sağlamak. Fakat o dönemde bunun doğru algılanması zor. Socrates'in bu ölümden kaçınması mümkün. Sürgüne gönderilecek ya da idam edilecektir. Fakat o kendi bildiği doğru yolda giden bir filozof olduğu için sürgüne gitmeyi seçmemiş ve bu yolda da ölümü göze almıştır. Baldıran zehiri içerek hayatına bir nevi kendi eliyle son vermiştir. Bu konuda "Socrates'in Savunması" diyaloguna bir göz atmanızı öneririm. Kitapta konuyu daha ayrıntılı olarak kavrayabilirsiniz. Ben sadece olayın özünü aktardım.

     Hikaye böyle iken bu hikayenin tuvale nasıl aktarıldığına bakalım bir de. Tabloda, tam merkezdeki beyaz elbiseli, eli göğü işaret eden kişi Socrates. Bu resme her baktığımda en sevdiğim resim olan Atina Okulu'nu anımsıyorum. Orada da Platon'un bu el hareketini görmek mümkün. Sanırım David'in bu bir öykünmesi söz konusu olabilir. Socrates'in gösteriliş biçimi ölüme karşı korkusuz duruşunu oldukça güzel bir şekilde betimlemekte.

     Socrates'e baldıran zehirinin bulunduğu kupayı uzatan kırmızı elbiseli kişinin öğrencisi/müridi olduğu düşünülüyor. David'in bu kişiyi gösteriş biçimi resmin duygusunu veren en önemli nokta bence. Bir eliyle zehri uzatırken diğer eliyle gözlerini kapatması yaşadığı üzüntüyü çok net ifade ediyor. Socrates'in arkasında yine muhtemelen müridleri, onun birazdan yaşanacak ölümü karşısında acılarını yaşarken gösterilmiş. Yatağın ucunda keder içinde oturan kişi öğrencisi Platon ve Socrates’in dizini tutan kişi ise dostu Kriton. Aslında Platon, Socrates öldüğünde genç olmasına rağmen resimde oldukça yaşlı gösterilmiş. Hücrede uzakta görülen kadın ise Socrates'in eşi.

     Bu konu sanat tarihinde başka ressamlar tarafından da işlenmiş. Fakat beni en çok etkileyen resim David'in resmi oldu. Belki David'i fazlaca sevmemden de kaynaklanıyor olabilir bu. Fakat gerçekten resimdeki derin anlamı çok güzel bir şekilde yansıttığını düşünüyorum. Bu anlamda resmin hem teknik özellikleri hem duyguyu veriş biçimi örtüşüyor. 

     Resim ile ilgili buraya birkaç video bırakacağım onlara da bakabilirsiniz. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Tekrar görüşmek üzere, hoşçakalın :)





4 Mart 2016 Cuma

Oscar Red Carpet/Vanity Fair ve Ödüller

     Oscar adayları, tahminleri geride kaldı ve artık ödüller sahiplerini buldu. Önce Red Carpet ve Vanity Fair yorumlarım ardından da ödül listesi ve şaşırdıklarım/mutlu olduklarım burada olacak, şimdiden keyifli okumalar! :)

     Red Carpet ve ödül töreni sonrası düzenlenen partide en beğendiğim isimler şöyle;

elizabeth-banks-oscars-vanity-fair

Elizabeth Banks - Ralph and Russo. Tüm kıyafetler içinde en en beğendiğim hatta olsa da giysem dediğim kıyafet bu oldu. Çok güzel bir tasarım değil mi sizce de?

Rooney Mara

Rooney Mara - Givency. Rooney'nin kıyafetine bayıldım. Bu da olsa da giysem dediklerimden. Gotik ama bir o kadar da modern bir havası var. Çok çok yakışmış.




Lady Gaga - Brandon Maxwell. Gaga tören ve parti boyunca birkaç kez kıyafet değiştirdi ama benim en sevdiğim bu oldu. Tulum-elbise tarzı bu tasarım çok yakışmış.




Charlize Theron - Dior. Kırmızı halının en çok beğendiğim kıyafetlerinden biri bu oldu. Kadın o kadar güzel ki üzerinde kötü bir şey olsa bile güzel duracak sanki. Ama gerçekten kıyafet çok şık. Çok asil ve sade duruyor. Kolyesine bayıldım. Çok güzelsin Charlize!



Margot Robbie - Tom Ford. Bu elbisesi ile çok güzel gözüküyor Margot. Çok doğru bir seçim olmuş, ışıl ışıl parlıyordu kırmızı halıda.



Olivia Munn - Stella McCartney. Sade ama bir o kadar şık. Bu görüntüyü çok sevdim ben. Baştan aşağı harika gözüküyor.



Naomi Watts - Armani. Elbisenin rengi, şekli her şeyi harika.

olivia-wilde-oscars-best-dressed-2016


olivia-wilde-back-of-dress

Olivia Wilde - Valentino. Özellikle bu elbisenin arka kısmına bayıldım. Olivia'ya da çok yakışmış.

Nina-Dobrev-2016-oscars-vanity-fair-party-

Nina Dobrev - Elie Saab.  Olsa da giysem dediğim diğer bir elbise de bu oldu. Fazla bir şey demeye de gerek yok çünkü Elie Saab :)

88th Annual Academy Awards - Red Carpet Pictures

Sophia Turner - Galvan. Rengi burada çok net olmasa da gözleri ile çok uyumlu olmuş ve Sophia'ya çok yakışmış.

88th Annual Academy Awards - Red Carpet Pictures

Rachel McAdams - Atelier. Aslında kumaşı dolayısıyla çok özenli durmasa da rengini çok sevdim.

rachel-mcadams-vanity-fair-oscars-2016-academy-awards-rex

Rachel'ın Vanity Fair'de giydiği bu kıyafet ise çok daha hoş duruyor.

justin-timberlake-vanity-fair-oscars-2016-academy-awards-rex

Jessica Biel - Zuhair Murad. Elbisenin rengine aşık olmuş olabilir.



     Beğenmediğim, Oscar'da bu mu giyilir dediğim isimler ise;





Alicia Vikander - Louis Vuitton. Malesef Alicia'nın üstteki sarı kıyafetini hiç ama hiç sevmedim. Renk olarak çok yakışmasına rağmen çok basit duruyor. Vanity Fair'de giydiği siyah elbise çok çok daha güzeldi.




Jennifer Lawrence

Jennifer Lawrence - Dior.  Üstteki kırmızı halı elbisesini sevmesem de Vanity Fair'de giydiği iki parça elbisesini biraz daha sevmiş olabilirim.



Cate Blanchett - Armani. Tam baharı getirmiş Cate. Fakat herkesin aksine ben bu elbisey hiç beğenmedim. Bir tek rengi güzel.



Brie Larson - Gucci. Bu kıyafeti sevdim mi sevmedim mi emin olamıyorum. Renk harika, fakat sanırım kemer detayı ve Brie Larson'ın makyajı beni biraz düşündürüyor.





Saoirse Ronan -  Calvin Klein. Gecenin hayal kırıklığı bu elbise oldu bence.Yaşına uymayan bir elbise, özensiz saç ve makyaj, garip takılar. Hiç sevemedim.



































Kate Winslet - Ralph Lauren. Kıyafetin kumaşı öylesine kötü ki malesef hiç ama hiç beğenmedim. Siyah çöp poşetine benzetenler çok haklı.

heidi-klum-oscars-best-dressed-2016

Heidi Klum - Marchesa. Kesinlikle kırmızı halının en kötüsü.

   
     Erkeklere gelince;




Jared Leto - Gucci. Değişik ama bence kötü bir seçim olmuş.



Leonardo DiCaprio - Armani. Ayakkabı - Louboutin. Gecenin adamı Leonardo sade şıklığıyla kırmızı halının en iyilerindendi. Tamam azıcık torpil geçmiş olabilirim :))

88th Annual Academy Awards - Red Carpet Pictures

Eddie Redmayne - Alexander McQueen. Bu kadife kumaşı çok yakıştırdım Eddie'ye. Aslında kadife seçmesinin nedeni yağmur yağacağını düşünmesiymiş. Bu konudaki itirafı da oldukça tatlıydı :) Yine de ben bu halini çok sevdim.


Sylvester Stallone and Jennifer Flavin

Slyvester Stallone-  Siyah smokin dışındaki bu tercih çok hoşuma gitti. Kesinlikle çok yakışmış.

Christian Bale and Sibi Blazic

Christian Bale. Papyon dışında kravat takan birini gördüğüme sevindim. Bu simsiyah görüntüyü çok beğendim.

88th Annual Academy Awards - Red Carpet Pictures

Tom Hardy. Tom Hardy işte ne diyeyim :)

Sunrise Coigney and Mark Ruffalo

Mark Ruffalo. Stallone'den sonra mavi giyen bir diğer isim Mark Ruffalo idi. Bunu da çok sevdim.

Kevin Hart

Kevin Hart. Kırmızı halının en değişik isimlerinden biri de Kevin Hart oldu. Başkası giyse beğenmeyebilirdim ama Kevin Hart işte.



Mark Rylance. Gecede ödül almasına en sevindiğim isim olan Mark Rylance'ın smokinine bayıldım. Hatta sanırım en sevdiğim smokin bu oldu.


     Ödüllere gelince; benim aslında tahminlerimin çoğunun tuttuğu ve gönlümden geçenlerin kazandığı bir tören oldu. Bu açıdan mutluyum. Şaşırdığım tek ödül Spotlight'ın En İyi Film ödülüydü ama bu şaşkınlık mutluluktan. Umuyordum ama beklemiyordum bir yandan. O nedenle çok çok güzel oldu. En sevindiren iki ödül ise En İyi Yardımcı Erkek ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleri oldu. Mark Rylance beklenmiyordu ama hakederek aldı, gönlümden geçen de oydu. Ve Leonardo DiCaprio. Sonunda kavuştu çoktan alması gereken Oscar'ına. Devamını bekliyoruz inşallah :) Ama şunu özellikle belirteyim çünkü çok fazla duydum bu yorumu. Bu ödül "Artık bu sefer verelim Oscar'ı" ödülü değildi. Bir baskı sonucu verilmiş bir ödül değil yani. Akademi'nin böyle düşündüğünü hiç zannetmiyorum. Adam çatır çatır oynadı ve hakettiği ödülü aldı. Bu da böyle biline! Geceye damgasını vuran ise 6 ödülle ayrılan Mad Max: Fury Road oldu. Teknik ödülleri topladı, çok da iyi oldu.

Ödüllerin listesi şöyle:

En İyi Film: Spotlight

En İyi Erkek Oyuncu: Leonardo DiCaprio (The Revenant)

En İyi Kadın Oyuncu: Brie Larson (Room)

En İyi Yönetmen: Alejandro G. Inarritu

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Mark Rylance (Bridge of Spies)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Alicia Vikander (The Danish Girl)

En İyi Özgün Senaryo: Spotlight

En İyi Uyarlama Senaryo: The Big Short

En İyi Animasyon: Inside Out

Sinematografi: The Revenant

En İyi Görsel Efekt: Ex Machina

En İyi Yapım Tasarımı: Mad Max: Fury Road

En İyi Kostüm Tasarımı: Mad Max: Fury Road

En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı: Mad Max: Fury Road

En İyi Kurgu: Mad Max: Fury Road

En İyi Ses Kurgusu: Mad Max: Fury Road

En İyi Ses Miksajı: Mad Max: Fury Road

En İyi Film Müziği: The Hateful Eight

En İyi Belgesel: Amy

En İyi Yabancı Film: Son of Saul


Diğer ödüller için buraya bakabilirsiniz. Sizleri ödül töreninden akılda kalan anlar ile başbaşa bırakıyorum. 89. Akademi Ödülleri'nde görüşmek üzere! :)


Gecenin en duygusal ve anlamlı anlarından: Lady Gaga - Till Happens To You.


12:17'ye dikkat :))



Leonardo DiCaprio-Kate Winslet. Tıpkı Titanic'teki gibi :)

Kate Winslet Leo'nun konuşmasını dinlerken.


Spotlight ekibinin ödülü kazandığı açıklandığı an.


Leonardo DiCaprio-Mark Ruffalo
And the Oscar goes to :)