2 Aralık 2015 Çarşamba

Hello

     Merhaba! Bu yazımda size son zamanların en çok konuşulan ismi Adele'den bahsedeceğim. Bildiğiniz gibi Kasım ayında "25" adlı albümünü çıkardı. Teaser'ı yayınlandığı günden beri (tık tık) birçok insan gibi ben de heyecanla bekledim. Ve son bir haftadır aralıksız dinlediğim albüm oldu. Albümle ilgili şöyle bir yazı yazmıştı. Bu yazı bile heyecanlandırmaya yetmişti açıkçası.                             

                                 

 Gel de sevme bu kadını şimdi!

     Albümden bahsedeyim biraz. 11 şarkıdan oluşuyor. Çıkış parçası da malumunuz Hello oldu. Şarkı muazzam. İyi bir Adele dinleyicisiyseniz bu şarkının tipik Adele şarkısı olduğunu anlarsınız. Klip de (tık tık) Xavier Dolan tarafından çekilmiş. Bence güzel bir ikili olmuşlar :) Yayınlandıktan sonra kısa sürede büyük bir izlenme oranına ulaştı. E 4 yıl aradan sonra normal diyebilirsiniz. Ama şarkı da güzel be. Albüm de Amerika'da Nysnc'e ait olan satış rekorunu kırdı. 1 haftada (BİR)                                                                                                                                            
                         
                                                   Albüm Kapağı
  
     Albümün diğer şarkıları yayınlanmadı. Ne Youtube'da ne de Spotify'da yayınlanmasına izin verilmiyor. Ben de albüm malesef çok pahalı olduğu için (60 tl) iTunes Store'dan indirdim. İndirmek isteyenleriniz olursa bence oraya bir baksın. O yüzden sadece çıktığı programlardan düşen görüntüler var. Onları da buraya bırakıyorum.

     When We Were Young ve Million Years Ago Adele'in klasik slow denebilecek şarkılarından. Million Years Ago bana bir şarkıyı çağrıştırıyor. Aklıma gelmiyor ne olduğu ama sanki çok tanıdık. Size de benim gibi düşünüyorsanız yorum  bırakın lütfen, merak ediyorum :) 


     Albümün bence en en eğlenceli şarkısı Water Under The Bridge. Günlerdir dilimde. Çok sevdim. Bir de Jimmy Fallon ile yaptıkları değişik bir Hello versiyonu var, ki bence çok hoş olmuş :) 


     Bunlar dışında dediğim gibi ben albümün bütün parçalarını sevdim. Sözleri de melodileri de oldukça etkileyici. River Lea, Lover in the Dark, I Miss You ve Send My Love (To Your New Lover) en çok dinlediklerim, yukarıda bahsettiğim şarkılardan sonra. Hele Send My Love şarkısında bir lo-ver deyişi var ki :) 

     21 albümü gerçekten Adele'in zirvesiydi ama bu albümle bence 4 senede bir şey kaybetmediğini gösterdi. Someone Like You 'nun yeri her daim ayrı tabii ki. Bence birçok insan için de bu böyle. Ama hasret kaldığımız Adele'e güzel şarkılarla kavuşmuş olduk neticede. Bir daha bu kadar uzun bir ayrılık olmamasını diliyorum ve sizi Adele ile baş başa bırakıyorum :) 

"I can't love you in the dark
It feels like we're oceans apart

There is so much space between us
Maybe we're already defeated 

Ah-yeah-yeah-yeah-yeah-yeah-yeah everything changed me."


23 Kasım 2015 Pazartesi

Sistine Şapeli Tavanı

     Tam iki sene önce bugün dünyanın şu ana dek gördüğüm en güzel ikinci şehrindeydim. Bu nedenle hem o günleri biraz hatırlamak hem de özlem gidermek için Sistine Şapeli'nden bahsetmek istiyorum. Yazıyı okurken şu parçayı arkaya açıp dinlerseniz sanırım o havayı daha iyi yakalarsınız :)


     Sistine Şapeli Vatican'da bulunuyor. 1477'de Papa IV. Sixtus tarafından yaptırılmaya başlanıyor ve 1483'te şapelin yapımı bitiyor. Plan olarak dikdörtgen oldukça yüksek tavanlı ve üzeri beşik tonozlu uzunca bir yapı. Yapı içerisinde birçok bölüm var ve buralar çeşitli sanatçılar tarafından, Perugino, Botticelli, Ghirlandaio, Raffaello ve Michelangelo gibi, resimlendiriliyor. Özellikle Raffaello'nun resimlendirdiği odalar benim için oldukça ayrı bir yere sahip fakat onu başka bir postta anlatırım. Bu yazıda değineceğim kısım ise Papa II. Julius tarafından Michelangelo'ya resmettirilen tavan. Aslında tavanın merkezinde yer alan 9 sahne. Tavanın ayrıntılarına girmek istemiyorum çünkü çok fazla sahne var bu nedenle oldukça uzun bir yazı olabilir ve bu konuya ilgi duymayanlar için de sıkıcı olabilir. O nedenle şimdilik sadece merkezdeki sahnelerden bahsetmek istiyorum.





     Tavanın resimlenmesine 1508 yılında başlanıyor ve 4 yıl sürüyor. Aslında Michelangelo bu zamana kadar heykelde ustalaşmıştı ve bu görevi de kabul etmemişti. Zaten o sırada II. Julius'un Mezar Anıtı'nın yapmaktaydı. Papa'nın ısrarları üzerine tavanın fresklerini yapma görevini kabul edince Papa ile de yakınlaşıyor ve Papa onu resimlerinde serbest bırakıyor. 

     Tavanda resmedilen sahnelere gelince merkezde İncil'den sahneler, pandatiflerde, pencere üzerindeki üçgen alanlarda ve boş alan diğer alanlarda yine İncil'den, Tevrat'tan çeşitli sahneler ve çeşitli azizler, sibyller yer almakta. Dediğim gibi buraları geçerek asıl kısma geliyorum. Yani merkezde Yaratılış ile başlayan 9 sahne.  



     Bu sahneler fresk yani ıslak sıva üzerine boyanın sürülmesi tekniği ile yapılıyor ve tahmin edersiniz ki bu oldukça zor bir iş. Üstelik bu freskler bir tavana yapılıyor. Yani özel bir iskelet sistemi kurulması gerekiyor. O dönem için bakılınca aslında resim tekniğinin yanında çalışma tekniği de oldukça önemli.
     Resimleniş açısından bakarsak merkezdeki sahneler Michelangelo'nun uydurduğu bir kelime olan "ignudo" ve madalyonlar ile çerçevelenmiş olarak görülüyor. Bu madalyonlarda da çeşitli hikayeler yer almakta. Aslında bakarsak tavanda neredeyse boş bir alan yok. Her kısımda çeşitli hikayeler anlatılıyor. Tavanın bir özelliği de girişe yakın yerlerde daha fazla figür bulunuyor. Ve altara yaklaştıkça da figürler büyümekte. Figürlerin duruşları da resmedilişleri de oldukça ilginç ve Michelangelo'yu tanımlayan figürler aslında. 

     Merkezdeki bu 9 sahneye tek tek bakmadan önce İncil'den de hikayeyi takip etmek isteyenleriniz olur diye linki buraya bırakıyorum. Alıntılar şeklinde olsun istemedim. O nedenle buradan takip edebilirsiniz. 

     Sırayla gidecek olursak ilk olarak "Işık ve Karanlığın Ayrılması" sahnesini görüyoruz.  Burada ortada yer alan Tanrı figürünün bir elinin aydınlıkta bir elinin de karanlıkta olduğunu görülüyor. Köşelerde diğer tüm sahnelerde olduğu gibi ignudolar yer almakta. 



     Bunun bir yanındaki sahnede "Dünya, Güneş ve Ay'ın Yaratılması" görülüyor.  Tanrı figürü burada iki kez gösteriliyor. Solda arkası dönük olarak bitkileri yaratmakta, sağda ise eliyle de işaret ettiği gibi Güneş'i ve Ay'ı yaratmakta.



     Daha sonra karşımıza çıkan sahne "Karaların Sulardan Ayrılması". Yine elleriyle bunu gerçekleştirmekte. Pelerininin içinde ise melekler yer almakta.



     Bu üç yaratılış sahnesinden sonra o meşhur sahneye "Adem'in Yaratılışı"na geçiyoruz. Tanrı eliyle Adem'e adeta can verirken gösterilmiş. 



     Bunun hemen ardından "Havva'nın Yaratılışı" sahnesini görüyoruz. Adem uyuklar vaziyette. Tanrı ise bu kez ayakları yere basar bir konumda ve eliyle bir jest yaparak Havva'yı yaratmakta. 



     Adem ve Havva'nın Yaratılışı'ndan sonra sıra "İlk Günah ve Cennetten Kovuluş"a geliyor. Hikayeyi hepimiz biliyoruz. Solda  Havva yasak elmayı almakta, sağda da sahnenin devamı olarak Adem ve Havva bir melek tarafından cennetten kovulmakta. 



     Bu üçlü Adem ve Havva sahnesinden sonra bir sonraki üçlü sahne Nuh'a ait. Bunlardan ilki "Nuh'un Kurbanı" sahnesi. Merkezde elini kaldırmış olan Nuh, Tanrı'ya teşekkür etmekte. Alt kısımda da çeşitli hayvanların kurban edildiği görülüyor. 



     Bir sonraki sahne "Tufan" Sahnenin konusunu biliyoruz; Kötülükler baş göstermeye başlayınca Tanrı insanları yarattığına pişman oluyor ve onları yeryüzünden silmek istiyor. Fakat Nuh Tanrı'nın gözünde lütuf buluyor ve ona bir gemi yapmasını emrediyor. Bu geminin nasıl olması gerektiği, içine kimlerin bindirileceği gibi tüm ayrıntılar İncil'de belirtiliyor. Ve ardından Tufan kopuyor. Sahnede kayalık alana sığınmış insanlar, yüksek bir yere tırmanmış insanlar ve orta kısımda kayıkla gemiye ulaşmaya çalışan insanlar görülüyor. Oldukça kalabalık bir sahne. 



     Ve son olarak "Nuh'un Sarhoşluğu" sahnesi. Burada Michelangelo sahneyi İncil'den farklı olarak ele almıştır. Arka planda Nuh toprakla uğraşırken gösterilmiştir. Önde ise sarhoş olup çırılçıplak yatan Nuh'u oğullarından biri örtmeye çalışmakta. Diğer oğul ise eliyle işaret ederek onunla alay etmekte. 




     Tavanın merkezindeki 9 sahne bu şekilde. Bu ve anlatmadığım diğer sahnelerle ilgili ayrıntılara ulaşabilmeniz için buraya çeşitli linkler de bırakacağım. Dediğim gibi ben çok ayrıntıya girmeden size merkezdeki sahnelerin özünü anlatmak istedim. Altar kısmındaki Son Yargı sahnesine ise hiç girmiyorum çünkü o başlı başına bir yazı konusu ve farklı bir akımın ürünü. Onunla ilgili ayrıntıları da daha sonra paylaşırım. Şimdilik benim söyleyeceklerim bu kadar. Bu şekilde ne kadar anlaşılabilir bilmiyorum ama umuyorum bir gün yerinde görebilirsiniz bu muhteşem eserleri.

     Unutmadan şunu da söylemek istiyorum. Şapeli gezerken tavana bakarak yürüyorsunuz ve bu şekilde yürüyünce tabii bir baş dönmesi, mide bulantısı oluyor. Buna Stendhal Sendromu denmiş. Evet o sendromu ben de yaşadım ama inanın her anına değerdi :)


http://www.vatican.va/various/cappelle/sistina_vr/
http://beckydaroff.com/arthistory/scc/
http://mv.vatican.va/3_EN/pages/CSN/CSN_Volta.html 
http://vatican.com/tour/sistine_chapel_3D/web

5 Kasım 2015 Perşembe

Once Upon A Time

     Merhaba! Yine çok uzun zamandır yazı yazamıyorum. Kısa olacak bu sefer ama hiç olmamasından iyidir dedim. Bu yazımda size bir diziden bahsedeceğim. Yerliden çok yabancı dizi izliyorum ve bunlar hakkında ara ara yorumlarımı yazmayı düşünüyorum. Bunlardan biri Once Upon A Time.



     3 sene önce İngilizce kursundaki Gem hocam sayesinde tanıştım bu diziyle aslında. Sonrasında da birlikteliğimiz devam etti :) Dizi oldukça sürükleyici ve ilginç. Konusu masallardan oluşuyor. Aklınıza gelebilecek hemen hemen tüm masal karakterleri işleniyor dizide. ABC'nin bir dizisi ve şu an 5. sezonu yayınlanıyor. Her sezonda 22 bölüm var ve yaklaşık 40 dk. Bolca macera, bolca heyecan ve bolca da güzel kadın, yakışıklı erkek var dizide :))) Konusu dediğim gibi oldukça değişik aslında. Hikayeye girmeyeyim hem spoiler olmasın hem de sizde merak uyandırsın :) Kırmızı Başlıklı Kız'dan Yedi Cüceler'e, Robin Hood'dan Karlar Kraliçesi'ne, Peter Pan'den Maleficent'a kadar birçok hikaye işlendi şimdiye dek. Her sezon farklı karakterler giriyor tabii diziye. Farklı masal kahramanları, farklı diyarlar. Oyunculuklar da gayet iyi, etkileyici performanslar var. Benim favorimse Robert Carlyle. Çok çok etkileyici sahneleri var. Efektler vs. de güzel, pek anlamasam da bu işten görsel olarak beni içine çekiyor. 

     Dizi arayışı içindeyseniz ve sıkmasın, uzun uzun süreler de sezon beklemeyeyim diyorsanız diziye bir şans verebilirsiniz. İzleyen olursa da lütfen yorumlarını benimle paylaşsın :) Şimdiden iyi seyirler! 

4 Eylül 2015 Cuma

Sergiler Sergiler :)

     Herkese yeniden merhaba! Sonbaharın gelmiş olmasıyla birlikte sergiler de başlamış bulunmakta. Ben de size gidebileceğiniz bazı sergi önerilerinde bulunmak istiyorum.

     ArtInternational ile başlayalım. Bu 2 gün sürecek olan bir organizasyon olduğu için önceliği buna veriyorum. Birçok ülkeden birçok galerinin katıldığı geniş kapsamlı bir etkinlik. Bu yıl üçüncüsü düzenlenmekte. Miro, Hirst, Warhol, Perry gibi önemli sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapmakta. Ben özellikle Andipa Gallery'e bayılıyorum. Ayrıca İstanbul'dan da çeşitli galeriler yer almakta. Geçen sene heyecanla gitmiş ve doyamamıştım. Bu sene de aynı heyecanla bekliyorum. Umuyorum ki siz de seveceksiniz. Lakin ayaklarınıza kara sular inebilir, hazırlıklı gidiniz efendim.
Zaman: 5-6 Eylül 12.00-20.00 arası
Yer: Haliç Kongre Merkezi
Bilet: Biletix. Ya da sergi alanı girişinden satın alabilirsiniz.

     İkinci etkinliğimiz 14. İstanbul Bienali Bienalin alt başlığı ise Tuzlu Su. Açıkçası bienaller ile aram pek iyi değildir. Fakat bu sene bu organizasyon kapsamında İstanbul'da 30'dan fazla mekanda sergiler olacak. Bu mekanlardan bazıları; İstanbul Modern, Pera Müzesi, Galata Rum Okulu, Masumiyet Müzesi, Perili Köşk, Büyükada ve bir de Kaptan Paşa Deniz Otobüsü.
Zaman, yer ve biletlerle ilgili bilgileri buradan bulabilirsiniz.
Şurada da Bienal ile ilgili güzel bir söyleşi var. Buradan da bilgi sahibi olabilirsiniz. 

     Bir diğer etkinliğimiz Akbank Sanat ve Sakıp Sabancı Müzesi'nin işbirliği ile gerçekleştirilen Zero: Geleceğe Geri Sayım Benim en heyecanla beklediğim sergi bu. Çünkü pek sevdiğim Fontana, Klein, Manzoni gibi önemli sanatçılar geliyor! Geçen sene ArtInternational'a gelen Fontana'yı görünce yaşadığım heyecanı tarif edemem. Şimdi de Sabancı'da görmek için sabırsızlanıyorum.
Zaman: 2 Eylül - 10 Ocak 2016
Yer: Sakıp Sabancı Müzesi
Bilet: Müze Çarşamba günleri saat 20.00'a kadar açık ve öğrencilere ücretsiz. *

     Akbank Sanat demişken orada da önemli bir sergi yer almakta. Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük Bourgeois'nın 20. yüzyıl için ne kadar önemli bir isim olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Bu da kaçırılmaması gereken bir sergi. Ve ücretsiz.
Zaman: 1 Eylül - 28 Kasım
Yer: Akbank Sanat

     Ve gelelim Pera Müzesi'ne. Son zamanlarda çok önemli isimlere ev sahipliği yapan müze bu kez Balkanlara gidiyor. Günümüz İmgeleri: Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi'nden Yapıtlar ismiyle düzenlenecek sergide gençlerin eserleri sergilenecek.
Zaman: 4 Eylül - 1 Kasım
Yer: Pera Müzesi
Bilet: Müze Çarşamba günleri öğrencilere, Cuma günleri 18.00-22.00 arası herkese ücretsiz. *

     Bir de bir sergiler dışında farklı bir etkinlikten bahsetmek istiyorum: İstanbul Coffee Festival Evet kahve severler için çok güzel bir deneyim olabileceğini düşünüyorum. Ben içemiyorum ama kokusu için bir ziyarete gidebilirim :)
Zaman: 22-25 Ekim
Yer : Haydarpaşa Garı
Bilet: Seanslar şeklinde düzenlendiği için bilgileri şuraya bırakıyorum.

    Benim için heyecan uyandıran etkinlikler bunlar. Bunlar dışında özellikle Beyoğlu'da birçok özel galeri yer almakta. Sizin de gezip gördüğünüz, şunları da gör dediğiniz bir etkinlik varsa yorum bırakırsanız sevinirim. Umarım keyifle okumuşsunuzdur ve faydalı olmuştur. Hoşça kalın! :)




3 Mart 2015 Salı

Romeo e Giulietta - Ama e cambia il mondo

     Bu yazıyı yazmakta geçikmiş oldum fakat iki gündür etkisinden çıkamadığım için bir türlü yazamadım. Artık bu muhteşem müzikali sizlere de tanıtmanın vakti geldi. Buraya müzikalin iki üç parçasını koyacağım bunları dinlerken de yazımı okuyabilirsiniz, böylece müzikalin havasını bir nebze de olsa hissedebilirsiniz.

Verona
I re del mondo (Mercuzio kalp)
Ama e cambia il mondo 


     Evet şöyle ki 2 haftalık bir serüvendi bu. Ben oyunun son gününe bilet aldım. Ve fakat bu kadar seveceğimi bilsem mutlaka önceden giderdim ve ikinci kez izlemeye çalışırdım. Gerçekten çok ama çok güzel bir müzikal olmuş. Bir kez izlemek ile doyamıyormuş insan. En azından ben doyamadım ve bir kez daha izlemek istedim. Bir de oyun çok uzundu, üç buçuk saate yakın sürdü ama tek bir an bile sıkılmadım. 



     Oyun her şeyiyle mükemmeldi. Önce dekordan bahsedeyim. İnanılmaz güzel bir dekor yapmışlar. Sahnelere göre çeşitli arka planlar yansıtıldı. Benim en çok hoşuma giden İsa'nın çarmıha gerilmiş resmi arkadaki dönen büyük kapılara yansıtılırken yerde de büyük bir heykeli vardı. Gerçekten çok estetik bir görüntü oluştu. Bir de Romeo ve Giulietta'nın öldüğü sahnelerin heykeli yapılmış tahtaya. Son sahnede bu görüntü de çok hoş gözüktü. Çok hızlı sahneler vardı ve dekor buna çok iyi uyum sağlamış. Sahneler arasında çok kısa süreler olmasına rağmen hiçbir sorun yaşanmadan dekor değişimi yapıldı. Hatta biz "Ne kadar hızlılar yahu." diye düşünüp durduk. Disiplinli adamlar vesselam. Tabii yorulmadınız mı hiç anacım demekten de kendimizi alıkoyamadık. Çünkü o enerjiye rağmen bir kez olsun nefes nefese kalmadılar.

   Müziklere gelince; en can alıcı yeri burası sanırım. Oyunun reklamı dönmeye başladığında zaten Verona şarkısı dilime dolanmıştı. Oyundan çıkınca da Verona qui, Verona bella diye dolaşıp durdum. Özellikle 4 şarkıyı çok sevdim. Biri Verona, biri Il Potere, biri Ama e Cambia Il Mondo -ki bu oyunun da alt başlığı- ve I Re Del Mondo. Gerçekten üç gündür bu şarkıları dinleyip duruyorum. Ezberlememe az kaldı. Yazımın sonunda oyundan birkaç parça daha paylaşacağım.

     Ve gelelim oyunculuklara. Romeo ve Giulietta karakterleri elbette güzeldi, çok da iyi uymuşlar. Sesleri, oyunculukları çok iyiydi. Fakat bence onları gölgede bıracak kadar güzel iki üç oyuncu vardı. Bunlardan biri Mercuzio karakterini oynayan Luca Giacomelli Ferrarini ve Benvolio'yu oynayan  Riccardo Maccaferri. Ben oyun boyu bu ikiliyi izlemekten büyük zevk aldım. İnanılmaz oynadılar. Özellikle Mercuzio. Zaten oyun sonu en çok alkış alan da o oldu. Söylediği parçalardan birinde sesi öyle bir çıktı ki sırf o an bile yeterdi. Daha anlatırım bu iki ismi ama fangirllüğün lüzumu yok :) Benim beğendiğim diğer isimse Principe di Verona'yı oynayan Leonardo Minno. Verona parçasını söyleyen kişi aynı zamanda. Adamın mimikleri bile yetiyor sanırım. Ben çok sevdim bu karakteri ve karaktere can veren Leonardo'yu. Bir de Rahip Lorenzo karakterinin sahneye yansımasına bayıldım. Adamı zevkle izledim. Sesi zaten müthiş ama karakterin duygusunu çok iyi verdi. Bu oyuncular benim açımdan öne çıkanlardı. Ama oyunda geride kalan, sırıtan bir karakter yoktu hiç. Romeo ve Giulietta'nın anne babası ile Tebaldo'yu oynayan isimler de kesinlikle diğerlerinden geri kalmadı. Yani kadro gerçekten muazzamdı. Hepsi birbiriyle uyumlu, hepsi bireysel olarak çok iyiydi.

    Benim kısaca söyleyebileceklerim bunlar. Tabii ki böyle anlatmakla o duygu yaşanmıyor ama keşke fırsat olsaydı da gidip izleyebilseydiniz. Ben gerçekten bir kez daha izlemeyi inanılmaz arzuluyorum şu anda. İnşallah bu isteğimi de oyunun anavatanında İtalya'da gerçekleştirebilirim. (Burada hep beraber amin diyoruz. )

    Bir de şunu söyleyebilirim ki oyunun İtalyanca olması bence en güzel kısmıydı. Yani anadilinden izlemek kesinlikle çok farklı. Salonda altyazılar ile çevirisi yapılmıştı zaten, bazen takip etmekte zorlandım ama hiç problem olmadı. Yabancılık çekmedim hiç. Zaten oyunu ilk gördüğümde İtalyanca diye özellikle gitmek istedim. İtalya sevdamı bilenler bilir zaten, bu oyunla beraber aşkım bir kez daha depreşti. Hemen Verona'ya gitmek istedim. Tabii İtalyanca öğrenme isteğim de kesinlikle arttı. Zaten öğrenme çalışmalarıma başlamıştım, bu oyun da ilerletmek açısından harika oldu.

     Yani diyeceğim odur ki benim şimdiye dek izlediğim en en muhteşem müzikaldi. Zaten bundan sonra bizdeki müzikalleri nasıl beğenirim bilmiyorum. Adamlar yapmış cidden. 


     Şuna da değinmeden geçemeyeceğim ki İtalyan erkekleri bir başka oluyor yahu :)

Sev ve değiştir dünyayı!
Il Potere
Chi pagherà
La Festa Burada bir Türklük hissettim. Akdeniz tınıları falan, hiç yabancı gelmedi :)

9 Şubat 2015 Pazartesi

BAFTA ve GRAMMY

     Tabii ki ödül törenlerini izlemeye bayılıyoruz! Gecenin de BAFTA ve Grammy olmak üzere iki ödül töreni vardı. BAFTA'nın sadece Kırmızı Halı yayını canlıydı, ödül töreni ise banttan verildi. Öncesinde ise Tumblr hesaplarından ödülleri açıkladılar.
   
     BAFTA Red Carpet için öne çıkan isim kesinlikle Julianne Moore. Kırmızı Tom Ford  kıyafeti ile muhteşem gözüküyordu. Benim beğendiğim diğer isim ise Amy Adams oldu. Rosamund Pike da şık gözüküyordu. Reese Witherspoon'un elbisenini pek beğenmedim ama rengi müthiş.



      Keira Knightley ise diğer kıyafetlerinin aksine bu kıyafetiyle güzel görünüyordu. Gayet tatlı olmuş. 



     Eddie Redmayne'nın eşi Hannah Bagshawe de törenin şık isimlerindendi. 



  Erkeklere gelince Armani ile Eddie Redmayne ve Tom Ford ile tabii ki David Beckham çok şıktı. Takım elbisenin önemini bir kez daha görmüş olduk.


Ödüller ise şöyleydi: 

Best Film - BoyhoodBest British Film - The Theory of Everything
Director - Richard Linklater / Boyhood 
Best Leading Actor - Eddie Redmayne / The Theory of Everything 
Best Leading Actress - Julianne Moore / Still Alice 
Best Supporting Actor - J.K. Simmons / Whiplash
Best Supporting Actress - Patricia Arquette / Boyhood 
Best Original Screenplay - The Grand Budapest Hotel
Best Adapted Screenplay - The Theory of Everything 
Best Film not in the English Language - Ida
Best Cinematography - Birdman
Best Editing - Whiplash
Best Special Visual Effects - Interstellar Best Production Design - The Grand Budapest Hotel 
Best Animated Film - The Lego Movie 
Best Make Up / Hair - The Grand Budapest Hotel
Best Costume Design - The Grand Budapest Hotel 
Best Sound - Whiplash
Best Original Music - The Grand Budapest Hotel


     Şimdi gelelim en sıkıcı ödül törenine. İçinde müzik olan, kırmızı halısı başlı başına eğlenceli olması gereken bir ödül töreni nasıl bu kadar sıkıcı olabilir bunu izledik dün akşam. Gecenin en konuşulabilecek şeyi Rihanna'nın elbisesiydi. Ödüllerde ise gecenin ismi beklendiği gibi Sam Smith oldu. Taylor'ın ödül almamasına çok sevindim açıkçası fakat Sia'nın da en az bir ödül almasını bekliyorum.

     Performanslar ise hep tekdüze gitti, açılıştaki AC/DC performansı dışında. Madonna bile bir hareket katamadı. Saatlerce beklediğim Beyonce de malesef geceye uymak zorunda kaldı. Sanırım geçen seneki Drunk in Love performansından sonra bu seneki hiçbir şeyi beğenemez oldum. O nedenle malesef çok sıkıcı bir törendi. 





     Pharrell bildiğimiz gibi işte. Kıyafeti ilginçti, flaş patlayınca rengi değişiyordu. Performansı da oldukça değişikti. Happy'nin farklı bir sunumunu gördük. Ama tabii ki en dikkat çeken o sarı ayakkabılarıydı.


   
     Yine en çok konuşulan şeylerden biri  Iggy Azalea'nın saçlarıydı. Gerçekten çok kötüydü.




     Madonna aynı Madonna. Kim der 57 yaşında diye...
 


     Ben Jessie J'yi bu tarzıyla çok sevdim. Evet alışık değiliz ama bence çok yakışmış. Tom Jones ile olan sahne performansında özüne döndü gerçi ama ben iki kıyafetini de çok sevdim. 


     Sanırım en beğendiğim kıyafetlerin başında Taylor Swift'in kıyafet geliyor. Sebebi ise elbisenin Elie Saab imzalı olması. Taylor'ı hiç sevmem ama kıyafet gerçekten çok güzeldi. keşke başkası giyseydi dedim. 



     Sia yine gizemli olmaya devam ediyor. Performansında da yüzünü göremedik. 


     Ve 20. Grammy'sine ulaşan Beyonce.  Yine çok şıktı. Performansında giydiği kıyafeti de gayet hoştu. Sadece hareketli bir performans bekliyordum o açıdan biraz hayal kırıklığı oldu.





     Geçen senenin o mükemmel performansını da hatırlayalım o zaman: tık tık

     Kim Kardashian kıyafetiyle ilgili ne denir bilemedim. Siz bakın, kendiniz karar verin.
 


      Ben sanırım Paris Hilton'un kıyafetini de sevdim. En azından ona yakışmış.

  
     Vee Rihanna. Bu kadın bir gün normal olsa şaşırırız zaten de bu kadarını beklemiyorduk. Gecenin en dikkat çeken ismi olmayı başardı. 



     Gecenin adamı Sam Smith. 



Ödüllerden bazıları ise şöyleydi: 

RECORD OF THE YEAR  - "Stay With Me (Darkchild Version)," Sam Smith

ALBUM OF THE YEAR  - "Morning Phase," Beck

SONG OF THE YEAR  - "Stay With Me (Darkchild Version)," Sam Smith

BEST NEW ARTIST   - Sam Smith

BEST POP SOLO PERFORMANCE - "Happy (Live)," Pharrell Williams

BEST POP DUO/GROUP PERFORMANCE - "Say Something," A Great Big World With Christina Aguilera

BEST TRADITIONAL POP VOCAL ALBUM - "Cheek To Cheek," Tony Bennett & Lady Gaga

BEST POP VOCAL ALBUM - "In The Lonely Hour," Sam Smith

BEST ROCK ALBUM - "Morning Phase," Beck

BEST R&B PERFORMANCE  - "Drunk In Love," Beyoncé Featuring Jay Z

BEST R&B SONG -  "Drunk In Love," Beyoncé Featuring Jay Z

BEST URBAN CONTEMPORARY ALBUM -  "Girl," Pharrell Williams

BEST RAP/SUNG COLLABORATION  - "The Monster," Eminem Featuring Rihanna

BEST SCORE SOUNDTRACK FOR VISUAL MEDIA - "The Grand Budapest Hotel,"

BEST SURROUND SOUND ALBUM - "Beyoncé," Beyoncé

BEST MUSIC VIDEO -  "Happy," Pharrell Williams

31 Ocak 2015 Cumartesi

On İki Öfkeli Adam

Merhaba! Bugün size Şehir Tiyatroları'nda sergilenen bir oyundan bahsetmek istiyorum.Oyunu gördüm ve inanılmaz beğendim. Sıcağı sıcağına da yazmak istedim.


Öncelikle filmini izlemedim, oyun ile aynı mı bilmiyorum. Fakat konu çok iyi işlenmiş. Hiç sıkılmıyorsunuz. 1 saat 50 dakika olmasına rağmen nasıl geçti anlamadım. Şehir Tiyatroları'nda izlediğim bazı uzun oyunlarda sıkıldığımı itiraf edebilirim. Ama bu oyun gerçekten çok akıcı, sizi çeken bir oyun. Konusu itibariyle de oldukça çekici ve düşündürücü. Oyundan çıkınca aklınızda kalan "şüphe"  oluyor.

Oyunda asıl değinmek istediğim ise oyunculuklar. Birçok tanıdık yüz var zaten ama gerçekten hepsi çok iyiydi. Tabii ki Serdar Orçin'i ayrıca konuşmak gerek. Zaten çok beğenerek takip ederdim ama oyunda gerçekten muazzamdı. Rolünü bu kadar içten oynaması, gerçekmiş gibi yansıtması oldukça etkileyiciydi. Ben bütün oyuncuları ayrı ayrı beğendim ve zevkle izledim. Birbirleriyle de çok uyumlu olmuşlar. Gün Koper aralarında genç bir oyuncu olarak çok iyi uymuş.


Yani hazır yeniden sergileniyorken gidin izleyin efendim.

13 Ocak 2015 Salı

Merhaba! Uzun zaman sonra bloga dönüş yapmış bulunuyorum. Her telden bir şeyler yazmaya çalışacağım, olduğu kadar :) Umarım okurken hoş vakit geçirirsiniz.

İlk yazım bir filme ait olsun istedim. O film de Whiplash! Evet Film Ekimi'ndeki filmlere bakarken hemen gözüme çarpan, izlemek için sabırsızlandığım bir filmdi fakat malesef gidemedim. Aynı şekilde Leviathan ve Mr.Turner'ı da kaçırmış olmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Neyse ki Whiplash ve Mr. Turner ülkemizde vizyona girecek filmler arasında. Ama ben ödül törenleri öncesi hemen izlemek istedim, biraz da sabırsızlandım açıkçası.



Filmin benim için bir önemi bateri! Evet küçükken bateri çalmayı çok istemiştim ama olmamıştı. Ben de teselli niyetine baget alıp saklamıştım. Hâlâ da dururlar bir köşede. İşte bu nedenle filmin bende ayrı bir yeri var.




Film hakkındaki yorumlar gayet olumlu, ben de çok olumlu şeyler söyleyeceğim. Ayrıntılara takılmayıp konuyu ve oyunculukları o kadar güzel yansıtmışlar ki. Zaten o muhteşem J.K. Simmons oyunculuğu da Golden Globe'da ödülle taçlandırıldı. Gerçekten harika bir performansı var, filmi etkili kılıyor fazlasıyla. Umarım ödüller devam eder.


Simmons'ın yanı sıra Miles Teller de çok iyi bir oyunculuk ortaya koymuş. O bateriyi kendinden geçercesine çalması beni benden aldı. Tam bir hırs abidesi. Ama hırsın fazlası zarar, aman ha diyelim.


Film hakkında çok ipucu vermeyeyim ama izleyin efenim. Ben dayanamayıp sinemada da izlemeyi düşünüyorum, tadı bir başka oluyor. Siz de izleyince eminim seveceksiniz. Şimdiden iyi seyirler! :)

Trailer için tık tık